28 Şubat 2009 Cumartesi

...

nette bu kapı kolunu gördüğümde...
hatırladım...
6-7 yaşımı...
o zaman oturduğumuz evi...

22 Şubat 2009 Pazar

...

yanımda hiç ağlamamıştı...
ama...
gözlerinden ağladığı belliydi...
tam kapıdan çıkmak üzereydi ki...
döndü...
sizi seviyorum...dedi...
titreyen bir sesle...

yanına gittim...
sarıldık birbirimize...
bende dedim...
ne zaman,bana ihtiyacın olursa buradayım...
ve çıktı...

oturdum...
yeni işimde,
yardımcım konumundaki,
hüzün dolu bu kadını daha yeni tanımıştım...
teknik bir nedenle yeri değiştirilmek durumunda kaldı...

o yeri değiştiği için çok üzüldü...
bense,
o çok üzüldüğü için üzüldüm...

20 Şubat 2009 Cuma

taşlar...


bu tuzluk ve biberlik...bayıldım...


eskiden...çok eskiden...
taşları dizecek
ve ardına bakmadan gideceksin...
derlerdi...
yer...
dörtyol ağzı olmalı diye de eklerlerdi...
siğile iyi gelirmiş...

çadırgediği...
gelir aklıma hemen dörtyol ağzı denince...
üstteki ve alttaki netten bir yerlerde gördüğüm bu taşlar...
yıllar öncesine taşıdı beni...
o yokuşlardan tırmanarak gidilen gezmeleri...
bir gece önceden başlayan heyecanı...




yazın obuzan ile boyadığımız taşlar:)))


niye biz fotoğraflamadık ki onları...


aşağıdakileri görünce aklıma düştü....




hepsi iyi hoşta....


bunlara bayıldım doğrusu...



burada daha neler neler var:)))















16 Şubat 2009 Pazartesi

harfler...


bu aralar harflere takmış durumdayım...
dökülen harflerden sonra,
duvara asılan harfler...
ilk bakışta kolye ucu gibi duran bu harfler....
etamin ile işlenmiş...
kasnakla duvara asılmış....
ister gelişi güzel as...
ister mesaj yaz:)))
resim:burdan

15 Şubat 2009 Pazar

kitaplar...




bu fotoğrafı görür görmez vuruldum...

ilk hissettiğim şey...
merdivenin basamaklarında oturup,
o kitapları karıştırmak isteğiydi...

altı çizilmiş satırların peşine düşmek...
kitapların arasında unutulmuş,
eski bir mektup,
çalakalem alınmış notlar,
karalanmış satırlar buluvermek...

kitapların alındığı tarihe bakmak...
o tarihlere doğru,
geriye bir yolculuk yapmak...

bazı kitapları yeniden okumak için,
bir kenara ayırmak....

















fotoğraf: parisapartment

13 Şubat 2009 Cuma

dökme su......

" dökme su ile değirmen dönmez" derdi anneannem....

bu karikatürü,
görür görmez,
bu söz yankılandı kulaklarımda....:))))

6 Şubat 2009 Cuma

...

yaratmak isteyene...
herşey malzeme...

al işte...
neler yapmış eloğlu...
ben çok eğlendim bu sayfalarda...


şekerim...
ben de eriyebilirim:))
elele...

kadın...



hayal et...



parayla saadet olmaz...




koyun sürüsü...
çok tanıdık geldi bu bana...





barda kavga...






mutfakta cinayet...







peki ya bu...
gözlerinden şişlenmiş...
son üç tanesi...
gazetelerin 3.sayfası gibi oldu...







bazenaşkgider(alıntı)

Bazenaşkgider. Günler geçer ardından. Ve aylar. Bazen de yıllar...Bebekler büyür. İnsanlar yaşlanır. İnsanlar ölür. Eşyalar eskir. Evler yıkılır. Kurur ağaçlar. Sokakların adı değişir. Anılar belleğin acımasızlığına teslim olur. Sevilen unutur. Seven yanar...
Bazen aşk gider. Ve hayat da gider onun peşinden. Sen terkedildiğin yerde öylece kalakalırsın. Bir sabah uyanırsın ki, gözünü açtığın ömür senin ömrün değildir. Aynada tek parça görünen bedenin, aslında içinde lime limedir. Nefes diye içine çektiğin, ciğerlerinde parçalanmış aşkının cam kırıklarıdır. Her sabah ölmeyip, neden uyandığına lanet edersin. Bazenaşkgider. Önünde bir kadeh rakı, küllükte bir ölüm dolusu izmarit öylece bakakalırsın arkasından. Kulağın hiç çalmayacak olan telefondadır. Zaman dursun, saatler geçmesin istersin. "Tanrım n'olur gerçek olmasın, n'olur güneş doğmadan geri dönsün, teninde bir başka tenin kokusunu getirse bile dönsün yeter ki, hiçbir şey sormam ona bu geceyi yaşanmamış sayarım, unuturum, yeter ki aşık olmasın..." İçinde durmaksızın çığlık atar dualar.
Ama bazenaşkgider ve o çaresizce yalvardığın Tanrı bile gider peşinden.Sonra sabah olur. Güneş doğar. Aşkın gelmez birtürlü. Bir gecede değişir ömrün. O birtürlü inanmak istemediğin kader seninle alay eder gibidir. Ömrünü adadığın, yıllarını önüne serdiğin aşkın bir gecede bir başka hayata karışmıştır işte... Bir gecede bir başkasının aşkı olmuştur. İnanamazsın.
Bazenaşkgider. Ve sen yıllardır içinde yaşadığın yürekten valizler dolusu anılarla kendi yalnızlığına taşınırsın. Elin varmaya varmaya boşaltırsın dolapları. Çekmecelerden çıkan her giysi parçası onunla geçirdiğin anların tarihiyle ağırlaştıkça ağırlaşır. Onun kollarında geceler boyu cennet uykulara karıştığın yatak sen giderken utancından bakamaz yüzüne. Doğmamış bebeğinin yerine koyup büyüttüğün cam önündeki o küçük mor menekşe, yapraklarına kondurduğun veda öpücüğündeki hasrete büker boynunu. Valizlerini kapı önüne yığıp, yüzün sırılsıklam, son bir sigara için koltuğa yığılırsın. Gidiyorsundur işte. Aşkını kendi ellerinle bir başka aşka teslim edip...Ömrünü onun ömrüne, hayallerini onun hayallerine, sevdanı onun sevdasına ekleyip...
Bazenaşkgider.
Ve adresi değişir evinin.
Sesinin tonu değişir.
Yüzünün rengi,
Yatağının sıcaklığı,
Yediğin yemeğin tadı,
Uykuların değişir.
Ve rüyaların...
Her akşam açıp girdiğin kapıdan başka bir sevda giriyordur artık. Hergün oturduğun koltukta o bakmaya doyamadığın gözlerin ışığında başka bir sevda oturuyordur şimdi. Yıllardır evinde ağırladığın,masalarına konuk olduğun, hayatlarını paylaştığın dostlarının kahkahaları arasına bir başka ses karışıyordur artık. Senin gölgene alışkın duvarlar bile çoktan kabullenmiştir yokluğunu. Her gece uyuduğun yastığa bir başka sevda kokusunu bırakıyordur. O öpmeye kıyamadığın dudaklarda bir başka sevdanın adı... Aşkının o tek cennetin bildiğin uykularında bir başka sevdanın rüyaları...Bazen aşk gider. Ve anılar da gider peşinden. Siz hiç o yüreğinize sığdıramadığınız aşkınızı bir başka aşk için ağlarken gördünüz mü? Ben gördüm. Kör oldu gözlerim onunla sevdasına ağlamaktan. Bir alev topu gibi onun için çığlık çığlık yanarken, siz hiç aşkınızın önünde diz çöküp, "Bu kadar çok seviyorsan sakın bırakma onu, sana kıyamam, n'olur git" diye yalvardınız mı? Onu bir başkasının kollarında düşünürken, siz hiç geceler boyu aklınızı kaçırmamak için kendi kendinize bağırdınız mı: "Unut onu, unut onu, unut onu, unut ya da öl!" İçinizdeki o durmak bilmeyen yangının acısını bastırsın diye kanatıncaya kadar bileklerinizi ısırdınız mı? Gözyaşları içinde yastığınıza gömülüp, her Tanrı'ya sığınmak istediğinizde, artık başka bir yüreğe sevdalı olan aşkınızı ondan geri istemekten utanıp, dua etmekten vazgeçtiğiniz oldu mu hiç? Siz hiç yana yana sevdiğiniz bir sevgilinin yoluna gençliğinizi serip, yoluna kalbinizi serip, yoluna ölümünüzü serip güle güle bir başka aşka uğurladınız mı?

Bazenaşkgider. Ama ölüm gelmez birtürlü. Ne yapsanız da öfke duyamazsınız, giderken bir kibrit aleviyle ateşe verdiği ömrünün alevleri içinde eriyip giden yüzünüze, silinip giden kokunuza, kül olan yüreğinize dönüp bir kez bile bakmayan o sevdanıza...Anlarsınız, aşktır bu, öfkeyi birtürlü yurduna kabul etmeyen... Vefasız bir unutuşa kurban olsa da solup, yitmeyen... Hayattan soğutup, size ölümü özleten... Ölü bir bedende canlı kalmakta direnen... Anlarsınız aşktır bu...
Ama bazenaşkgider. Aslında bilirsiniz nereye gittiğini. Onu çağıran o eksik, yaralı ve hep kanayan çocukluğudur. Onu çağıran, hani o gözlerinde görüp de belki de en çok bu yüzden vurulduğunuz, ertelenmiş çocukluğunun o mavi bahçesidir. Dönüp dönüp yeniden baktığı o gizemli bahçede onu eksik severek yaralamış annesinin sesini duyar gibi olmuştur belki de. Yanıldığını anladığında da ürkekçe o bahçenin bir köşesine sığınıp, gözyaşlarına boğulmuştur. Belki de onu bu yüzden affedersiniz. Belki de bu yüzden bir başka sevda için karşınızda gözyaşlarına boğulduğunda onunla beraber ağlayıp, "Git ve aramaya devam et, unut beni", dersiniz. Çünkü bilirsiniz ki aşk çocukluğun arka bahçelerinde dalıp gittiğiniz ve sonra evin yolunu birtürlü bulamadığınız, kurallarını kimsenin bilmediği garip bir oyundur aslında.Birgün ansızın o oyunda yanıvermiş, haketmediğiniz halde bahçeden kovulmuşsunuzdur. Anlayamazsınız neden kovulduğunuzu, nerede hata yaptığınızı, neden unutulduğunuzu... Yıllardır oynadığınız o büyülü oyuna dalıp, hayatı dışınızda bıraktığınız için, birgün aşk gider ve siz evinizin yolunu birtürlü bulamazsınız.

Sonra zaman geçer. O karanlık bahçe aydınlanır. Ve anlarsınız ki sevda denen o büyülü oyunda herkesin kuralları birbirinden farklıdır. Siz aynı bahçede aynı oyunu oynadığınızı sanırsınız belki ama onun sevdası sizinkinden farklıdır. Kendi bahçenizle onun bahçesini, kendi oyununuzla onun oyununu,kendi kurallarınızla onun kurallarını, kendi aşkınızla onun aşkını sınayamazsınız. Belki de bunu anladığınız için, kendi bahçenizden onun bahçesini, kendi çocukluğunuzdan onun çocukluğunu, kendi sevdanızdan onun sevdasını sevebildiğiniz için, birgün aşk gider ve siz onun gerçek aşk olduğunu anlayıp, unutamazsınız. Belki de bu yüzden bir kibrit ateşiyle yakıp gittiği ömrünün alevleri arasında sizi unutan aşkınız, çocukluğunun o karanlık bahçesinde annesinin yarım bıraktığı sevgiyi aramaya gittiğinde ona öfke duyamazsınız. Ve belki de bu yüzden, aslında yanıldığını anlayıp o bahçenin bir köşesinden ürkekçe size yeniden çocuk ellerini uzattığında, ona yüreğinizin kapılarını hasretle sonuna kadar açarsınız.
Bazenaşkgider. Günler geçer ardından. Ve aylar. Bazen de yıllar...Bebekler büyür. İnsanlar yaşlanır. İnsanlar ölür. Eşyalar eskir. Evler yıkılır. Kurur ağaçlar. Sokakların adı değişir. Anılar belleğin acımasızlığına teslim olur.
Sevilen unutur.
Seven yanar.
Bazenaşkgider... Ya da siz gittiğini sanırsınız...

cez.mi.er.söz

5 Şubat 2009 Perşembe

kaderden kaçılmaz!!

maraton başladı.........

sevdim ben yeni yerimi....
ısındım ortama...
çalışmaktan keyif alıyorum...
sabahları şevkle gidiyorum işe...
ki...
çok uzun süredir yitirmiştim bunları...
kısacası mutluyummm.....
ve...
üstelik...
yorulmuyorum......

öğleyin işyerinde yemek çıkıyor...
bugün mercimek çorba,yoğurtlu
ıspanak vardı...
ev dışında,özellikle toplu yerlerde pişen ıspanağa güvenemiyorum...
öğle yemeğini dışarda yemeye karar verdim...
bir meslek odasının lokaline gittim...
hava çok güzeldi...
yürüyerek gittim...

aaa..
o da ne?
yemekte ne var?
şaka gibi ama...
mercimek çorba...
yoğurtlu ıspanak...
hahhahhahhh......

demek ki neymiş??
kaderden kaçılmazmış:))


olsun...
yemek ev yemeği idi...
patates salata da vardı.....
tatlı da;
karakuştu.....:)))


fotoğraf: roland bello


fffffot

2 Şubat 2009 Pazartesi

söz uçar,yazı kalır/dı...

" dökülen harfler"

ağzımızdan çıkan sözlerin harfleri de böyle somut olarak görülebilseydi...
ne çok harf yığını bırakırdık arkamızda...
harf çığının altında kalır mıydık?
erkeklerin harf yığınları daha mı az olurdu?
peki ya çocukların?


peki harfleri yığsak...
şöyle bir bakınca,
veya düşününce,
onlar içimizden geleni hissedip,
tıpış tıpış sözcüklere dönüşecek şekilde
hizaya girseler nasıl olurdu?






fotoğraflar:letras caindo

1 Şubat 2009 Pazar

salıncak


bir mobil bu...
şurada
gördüm...

görür görmez,
gökyüzünü asılı olsun istedim...
tutunayım...
ve
her yeri izleyerek sallanayım,
sallanayım,
sallanayım.....